Gece Tarifesi* ║ Öykü
Perde kapanıp salondan çıktığımızda kendi kendime
şaşıyordum. Umutsuz bir insanı nasıl daha mutsuz edilebildiğimi anlamaya
çabalıyordum. Şüphesiz olağanüstü bir yetenekti bu. Talihim yine en olmadık
yerde, en olmayacak zamanda torpil geçmişti işte… Yelda’nın sesiyle sıyrıldım
iç muhasebemden;
-Sen montları al, ben kapıda bekliyorum…
Başımla onaylayıp vestiyere yöneldim. Sesi soğuk
gibiydi, kesin beğenmedi oyunu. Fişi vestiyere uzattım. Belki de kızmıştır,
hatta pişmandır benimle geldiği için. Kadından montlarımızı alıp teşekküre
lüzum görmeden dışarı çıktım. Köşede, ellerini bağlamış bekliyordu. Beni
görünce hafif bir tebessüm geçti yüzünden, çabuk kayboldu.
-Çok beklemedin umarım?
Kısacık gülümsedi. Gülümsedim. Sonra garip bir
durgunluk çöktü üzerimize, zamana karşı direniyor gibiydik. O donuk gözlerle
tiyatrodan çıkanları izliyordu, bense ne yapacağımı bilemeden öylece
duruyordum. Ayaklarım, düşüncelerim gittikçe ağırlaşıyor gibiydi. Bu buhrandan
kurtulmak için elimi cebime attım, sigara yakayım diyordum ama paketi
bulamıyordum.
-Bir daha vestiyere mont bırakırsam…
Gülümsedi, tıpkı o eski zamanlardaki gibi;
-“Levent…” dedi, “Hiç değişmemişsin!”
Tuhaf bir sevinç kapladı içimi. O an için değişmemek
dünyanın en kutsal göreviydi ve değişmemiştim işte! Başarmıştım…
-“Sigaramı bulamıyorum” dedim gülümseyerek.
-Boş ver sigarayı, yürüyelim…
-Nereye?
-Bilmem… Yürüyelim işte…
İstiklalde yürüyorduk ve yine konuşmuyordu ama bu
farklı bir suskunluktu. Düşünüyordu, biliyordum. Sonra birden durdu;
-“Hala tütün mü içiyorsun?” dedi.
Tütün içiyordum, hazır sigaralara ne koyuyorlar
belli değil çünkü. Bir ton ıvır zıvır… Güldü. Gamzelerini saklamadan güldü.
Ondan önce davrandım bu kez, ödevini yapmış bir öğrenci gibi atıldım;
-E, değişmedim işte…
Yeniden yürümeye başladı, yüzü ciddi bir hal
almıştı;
-“Kadınlar bazen değişiklik ister…” dedi.
Kendini aklıyordu. Cevap vermedim. O da sürdürmedi
zaten cümlesini. Yeniden o boğucu suskunluğa dönüvermiştik. Kendime bir iş
uydurmalıydım. Bende ayak seslerimizi dinliyor, bir melodi yakalamaya
çabalıyordum. Yeniden durdu;
-Neden buradasın Levent?
Soru beklemediğim yerden geliyordu. Afalladım;
-Bilmem… Sadece… Gitmeden seni görmek istedim…
Gülümseyerek tekrar etti;
-Gitmeden…
Artık biliyordum bu ruh halini, birazdan boğucu bir
sessizlik üzerimize çullanacaktı. Erken davrandım;
-Aç mısın?
-Değilim…
Ve yine kasvetli bir sessizlik… Ne kadar manevra
yapsam da kaçamayacaktım anlaşılan, en iyisi kabullenmekti. Ağır adımlarla
yanına gittim, beraber otelin korkuluklarına yaslanarak Gençlik Parkı’na doğru
bir süre bakındık. Burada güzel günlerimiz de geçmişti. Onu sevdiğimi
söyleyeceğim gün Kızılay’dan buraya kadar yürümüştük. Niye? Çünkü şiir
okuyacaktım. Çünkü Göğe Bakma Durağı yalnız burada okunabilirdi. Çünkü şair
“Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin” demeden tutamazdım elini.
Oysa bugün park da bizim kadar sessiz, neşesizdi…
-“Gidelim mi?” dedi.
Bu kez hüzünlüydü. Çünkü ne zaman hüzünlense saçını
siper eder, gözlerime bakmadan konuşurdu. O da o geceyi düşünüyordu, emindim.
Belki “Her şey farklı olabilirdi” diye geçiriyordu aklından. Severdi beylik
laflar etmeyi.
-“Olur…” saatime baktım on biri geçiyordu. “Metro
kapanmıştır ama…”
Güvenmedi sözüme, saatine baktı. Derin bir iç çekti;
-Haklısın.
Haklı olmaya çalışmıyordum ama gülümsedim. O ise
telaşlanmış gibi değildi. Yalnızca görüşmemizin bittiğini ima ediyordu. Bir beş
dakika için ricada bulunmalı mıydım? Hayır. Islık çalarak çağırdım köşedeki
taksiyi. Yelda biraz şaşkın, biraz kırgın yüzüme bakıyordu. Kesin oyundan
bahsedecek, sanat zevkimin olmadığından dem vuracaktı. Bakmadım ondan yana.
Taksici kaldırama yanaşana kadar taksiyi izledim. Acemi şoför gibi geldi bana,
debriyaja fazla basıyordu. Taksi yanaşınca Yelda’ya döndüm; rüzgârdan olacak, gözleri
dolmuştu. Hassastır Yelda’nın gözleri. Kapısını açtım, kısık bir teşekkürle
bindi taksiye. Kapısını kapatırken elimi tuttu.
-“Gerçekten…” dedi “ Hiç değişmemişsin…”
Gülümsemeye çalışıyordu ama nafile. Ağlıyordu.
Kapıyı kapatarak şoföre ilerlemesini söyledi. Kaldırımın ucunda kalakalmıştım
ve araç ilerliyordu. Orada, taksinin arkasından baktım bir süre. Karanlıkta kaybolmasını
izleyim istiyordum… İlk sağdan döndü taksi. Böylece şoförün acemi olduğuna
iyice kanaat ettim, kestirmeden gidiyordu. O an ayrımsadım boğazıma yapışan bu
boğucu havanın sebebini. “Keşke” dedim “gitmeden diyeceğime ‘ölmeden’
deseydim…” Daha samimi olurdu. Şimdi
ölüm arifesinde bir melankolik olarak hatırlayacak beni… Ama belki burayı da
hatırlar... Gençlik Parkı’nı, Turgut Uyar’ı, Göğe Bakma Durağı’nı… Yüzüme vuran
ayazla irkildim. Dönüp köşedeki taksi durağına baktım, sonra ceplerimi
yokladım. Buradan Yenimahalle ne kadar yazardı acaba?
*"Tarife; Hacet Yok" ismiyle yayımlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder