Söylenti Dergi Röportajı

 Burak Çakır, Söylenti Dergi'nin çocuk edebiyatı ve edebiyatın dijitalleşmesi üzerine sorularını yanıtladı.

Kaynağından okumak için buraya tıklayın.


İyi bir anlatım ustası olan Burak Çakır ile yazmak, yönetmek, sunmak ve anlatmak üzerine çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Çocuk edebiyatından dijital yayına birçok konuda konuştuğumuz Burak Çakır ile röportajımız sizlerle…

 

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Birçok kişi sizi yazdığınız kitaplar ve çıkardığınız dergiler ile biliyor fakat siz sanatın birçok yönünde eserler üreten bir sanatçısınız. Burak Çakır, Burak Çakır’ı nasıl tanımlar?

 

İnsanın kendini tanıması, tanımlaması gerçekten zor. Belki fazlasıyla yüzeysel kalacak ancak yaptıklarım ve yapmak istediklerim üzerinden kendimi ifade etmem gerekirse; Anlatma iştahı olan biriyim ve anlatımıma güç katacak sanat formu neyse onu en iyi şekilde kullanmaya gayret ediyorum. Kimi zaman sinema, kimi zaman müzik ve çoğunlukla edebiyat üzerinden yapıyorum bunu.

 

Bir teatral şiir dinletisi (Mahpushane Türküsü), bir öykü kitabı (Milenyum Çıkmazı), bir çocuk öykü kitabı (Gamzeli Gezegen) ve kısa filmler (suz, Alienation) yazdınız. Yazarken imgeleri nasıl oluşturuyorsunuz? Yazma sürecinizden bahsedebilir misiniz?

 

Belki aldığım akademik eğitimin de etkisiyle, yazarken artık daha sistematik bir yol takip etme gayretindeyim. Elimde beni heyecanlandıran bir fikir olduğunda önce karakterleri, alışkanlıklarını, tabularını, sosyal hayattaki rollerini, kısaca hayatlarına dair her türlü detayı oluşturmakla başlıyorum. Öykülerime oluşturduğum karakterlerin kişilikleri doğrultusunda yön vermeye çalışıyorum, böylece hem karakterler hem de öykü daha tutarlı bir yol izliyor. Beni heyecanlandıran fikirler ise çoğunlukla ufak çaplı takıntılar ve zaaflardan ortaya çıkıyor, insanların gizleyemediği küçük zaaf ve takıntılarda saklı olduğuna inanıyorum.

 

Yazmanın yanı sıra, seslendirme ve kamera önü performanslarınızı da gündeme getirmeden edemeyiz. Özellikle video dergi formatınız ileride birçok yayın alanlarında öncü olacak bir çalışma. Video dergi, podcast dergi gibi kavramlara dergi okurları alışmalı mı? Bu geçiş sürecinde okurlar, dinleyici – izleyici rolüne geçişte alışkanlıklarını sizce değiştirebilecek mi?

 

Teşekkür ederim… İnsan pragmatik, kolaycı bir yapıya sahip ve bu yeni bir hadise değil. Yalnızca etimoloji çalışmalarının izini sürmek bile bunu görmek için yeterli. Kaldı ki değerin hızla ölçüldüğü günümüz dünyasında kolaycılık bir nevi mecburiyet durumunda. Haliyle bu tutum sanatseverleri de etkiliyor. Geçmiş yüzyılın aksine bugün bir gecenizi tiyatroya ayırmak, bir kitap için saatler harcamak artık lüks bir tüketim. Video dergi, podcast, sesli kitap gibi çağın hızına ayak uydurabilen çalışmalara bu yüzden ilgi var ve artıyor. Sanatçılar da bu doğrultuda yeni platformlar üzerinden eser vermeye çalışıyor. Burada kritik hata, hızlı tüketimin referans alınması ve hızlı üretime kalkışılmasıyla başlıyor. “Yenilikçilik” başlığı altında pek çok özensiz, vasatı yakalayamamış işle karşılaşıyoruz. Yine de ümitvâr olmak gerek, dijital edebiyatın henüz Tanzimat dönemini yaşıyoruz.

 

Daha önce Son Ümit’te hem fanzin hem de video dergi sürecinde yayın yönetmenliği yaptınız. Dergiler, son zamanlarda dijital dönüşüm geçirirken geleneksel dergiler buna çok direniyorken daha dinamik yapıları olan ve cesaret edebilen dergiler dijital dönüşümünü tamamlayabiliyor. Fanzinler, dergiciliğin ıssız, karanlığına çeken arka sokakları iken video dergi ise oldukça popüler kültüre yakın, hızlı tüketilebilir bir içerik yöntemi. Her ikisinin de yayın yönetmenliğini yaptığınızdan bu sorumun en iyi cevabı da sizde olacağına inanıyorum; sizce dergiler tümüyle dijitale adım atarak buna göre mi hareketlenmeli yoksa insanlar hala yeni dergilere fiziksel olarak şans veriyor mu?

 

Dergi yayıncılığını ele alırken fanzinleri bir kenara koymak gerekiyor, çünkü fanzin varoluşu itibariyle popülizmi reddeden, daha içine kapanık ve asosyal diyebileceğimiz bir yapıya sahip. Dergilerde ise durum değişiyor, istediğiniz kadar kaçının popüler kültüre hizmet ediyorsunuz. Baskı, telif, dağıtım, tanıtım giderleri üst üste eklendiğinde okur kitlenizi büyütmek zorunda kalıyorsunuz. Gelgelelim yaptınız işin farkındaysanız popüler kültür yayıncılığı yapmakta bir sakınca yok. Bu doğrultuda yayınlanan dergilerin başarısı, entelektüel açlığımızın seviyesini görmemizi sağladı.

 

Dijital ve basılı dergilere gelecek olursak; yazar ve okur nezdinde basılı yayınların uyandırdığı saygıyı dijital tabanlı dergiler halen sağlayamıyor. Bunun birçok sebebi olabilir ancak temelinde alışkanlıklar ve dijital derginin ulaşılabilirliği var diyebilirim. Dijital dergilerin görece kolay yayınlanması, çok daha geniş/genç yazar kadroları barındırıyor olmaları ve hemen ulaşılabilir olmaları özellikle belli bir yaşın üzerinde bulunan edebiyatseverce hoş karşılanmıyor. Ancak şu da bir gerçek ki bugün büyük isimlere sahip edebiyat dergilerinin bile tirajları dört haneli sayıları bulmuyor, okunmuyorlar.

 

Şahsi fikrim “Varlık” gibi belli bir geleneği oturmuş, ekol oluşturmuş dergilerin basılı yayın hayatlarını sürdürmeleri yönünde ancak özellikle yeni dergilerin dijital platformlara yönelmelerini önerebilirim. Dijital yayıncılık henüz çok yeni ve keşfedilmemiş pek çok noktası mevcut; izlenebilir ilk dergi (#sonümit) Eylül 2019’da, dinlenebilir ilk dergi (Ze Dergi) ise Kasım 2019’da yayınlandı. Türk edebiyatının pek çok ilke kapısı açık, bu kapıya giden yol ise bugün dijitalden geçiyor.

 

Biraz da Gamzeli Gezegen’den konuşalım istiyorum. Şimdi, bu soruyu sorarken aslında genel yayın yönetmeni gömleğimi çıkarıp öğretmen önlüğümü giyerek sormak istiyorum 🙂 Çocuklar için eser oluşturmak nasıl bir his? Onların dünyasına yeniden dönebilmek, onlarla ortak bir dilde buluşmak size neler hissettirdi?

 

Pek çok açıdan keyifli bir süreçti. Öncelikle çocukların farklı, sınırsız bir dünyaları var ve çocuk öyküleri yazarken siz de bu dünyanın bir parçası oluyorsunuz. Öte yandan çocuk edebiyatının halen kesin ve keskin sınırları, tabu şahsiyetleri oluşmadığı için yazarken daha özgür hissediyorsunuz. Kaygınız yalnızca ortaya çıkaracağınız işin kalitesiyle sınırlı oluyor, bugün bu büyük bir konfor.

 

Gamzeli Gezegen bahsettiğimiz gibi bir çocuk öykü kitabı. Bu yüzden çocukların paylaştığı heyecan da, beğeni de, beğenmeyiş de yetişkinlere göre çok daha büyük ve coşkulu olabiliyor. Çocuklardan aldığınız ilk tepkiler, minik eleştiri ya da beğeniler nasıldı? Bu geri dönüşlerde yetişkin eleştirilerinden farkla neler hissettiniz?

 

Çocuk içeriği ürettiğinizde çocuklardan çok aileleriyle karşılaşıyorsunuz ve ailelerinin yanında çocukların kendi fikirlerini duyabilmek oldukça zor. Ebeveynler, çocukları söz konusu olduğu için eserlere fazlasıyla titiz yaklaşıyorlar, haliyle aldığınız iltifatın da eleştirinin de sınırı olmuyor. Bu konuda şanslı olmalıyım, henüz ciddi bir eleştiri almadım.

 

 İmza günleri, bilhassa okul davetleri çocukların fikir ve düşünceleriyle baş başa kalabildiğiniz ender ortamlar. Böyle zamanlarda edebildiğiniz birkaç cümlelik sohbetler bile oldukça değerli oluyor. Ancak sohbet çoğu zaman eser ya da edebiyat üzerine değil, çocuğun edindiği tecrübe üzerine oluyor. Bir kitapla, kitabın yazarıyla tanışmanın heyecanını taşıyor çocuklar, bu beni de heyecanlandırıyor.

 

İlerleyen zamanda hangi projelerde sizi göreceğiz? Gerçekleştirmek istediğiniz ya da üzerinde çalıştığınız projelerden bahseder misiniz?

 

Mevcut dergimizi sürdürmeyi planlıyoruz ancak salgın bir süre daha izin vermeyecek gibi. Öte yandan bir süredir biriktirdiğim öykülerim bulunuyor, kitaplaştırmak üzerine çalışıyorum. Kesin bir tarih vermem güç ama önümüzdeki yıl okuruna kavuşur sanıyorum.

 

Son olarak, pandemi sürecinde içerik ve eser üretimi artarken özgünlük ve yaratıcılık aynı seviyede düştüğünü rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Biz de bir edebiyat – kültür – sanat  dergisi olarak içeriklerimizi hazırlarken maalesef görebiliyoruz. Pandemi sonrasında edebiyat ve sanatta nasıl bir değişim öngörüyorsunuz?

 

Bu dönemde insanlar kendileriyle hiç olmadıkları kadar muhatap olmak zorunda kaldılar ve bir kaçış arıyorlar. Kendilerini, hem zamanlarını dolduracak hem de ömürlerini boşa harcamayacak bir şeyler yapma mecburiyetinde hissediyorlar. Temel sıkıntı da burada yatıyor, mecburiyetlere dayalı bir eserin başarılı olma şansı neredeyse yok.

 

Şu dönemde yeni maceralara atılmayı mantıklı bulmuyorum, sakin olmakta fayda var. Edebiyat, “gerçeklik” ve yorumlamaları üzerinde ilerleyen bir sanat (pek çoğu gibi) ve içerisinde bulunduğumuz durum gerçeklik algılarımızı büyük ölçüde değiştirecek gibi görünüyor…

 

Geçtiğimiz bir buçuk yılda pandemi sizi nasıl etkiledi? “Pandemi sayesinde bunu yaptım!” ve “Pandemi yüzünden bunu yapamadım!” dedikleriniz neler?

 

Salgınla beraber, yaratıcı faaliyetlerde bulunmaktan çok üretken olmaya özen gösterdim; sevdiğim şiirlerimi toparlayarak bir şiir albümü yayınladım, ilk kitabımın beşinci yılına özel bir seçki seslendirdim ve çocuklar için bir televizyon programı hazırladım. Yazdıklarımı ise daha çok kendime sakladığım bir dönem oldu. Hissettiğim en büyük eksiklik ise okur buluşmaları diyebilirim…

 

Söylenti Dergi olarak, röportaj yaptığımız sanatçılara sorduğumuz ve artık derginin klasiği olma yolunda ilerleyen bir sorumuz daha var. Bize en sevdiğiniz dizi, film, müzik ve kitabı anlatır mısınız?

 

Doğrusu dizi izleyicisi sayılmam, bu yüzden öneride bulunmam güç. Film önerim; Yórgos Lánthimos’un The Lobster’ı olabilir. Bir ilişkiler distopyasını andırması bakımından sevdiğim bir film. Müzik için daha sakin sulara yönelerek Jay-Jay Johanson – You’ll Miss Me When I’m Gone veya Oscar Louis – Open diyebilirim. Kitap için biraz daha doğuya gelip Tevfik El-Hakim’den Şarkın Serçesi’ni seçeceğim, kendileri yazın hayatıma etki eden ilk kitaptır.

 

*Sorularınızı yanıtlamak bir keyifti, yayın hayatınızda başarılar diliyorum…


Yorumlar