Apartman kapısını açması ile yağmurla karşılaşması bir oldu. Montun kapüşonunu kafasına geçirerek pratik adımlarla çıktı apartmandan. Kapının çarpması onu bahçe kapısına üç adım kala yakalamıştı, morali hepten bozuldu. Oldum olası oynardı bu küçük oyunu; apartman kapısını sonuna kadar açar ve o kapanana kadar bahçe kapısına varmaya çabalardı. Buraya taşınmadan evvel başarılı da sayılırdı bu oyunda, gelgelelim son iki yıldır pek de muvaffak olamıyordu. Bahçe gereksiz derecede büyük olduğundan kapıya varması 18 saniye tutuyor, kapı ise 14-15 saniyede kapanıyordu. Bu sürede bahçe kapısına varması için koşmaktan başka çıkar yol yoktu ama burada da utanacağı tutuyor “Biri görse ne der?” diyerek cesaret edemiyordu. Yağmur hafif sayılırdı, elini iç cebine atarak çıkardı sigara paketini. Paketteki tek dal sigara ile bakıştı bir süre. Bu sigarayı öğlen ikiden beri saklıyordu. Keyif sigarası diye yakacaktı sözde, oysa sarpa sarmıştı her şey. Sigarayı kutusundan çıkararak iliştirdi dudaklarına, bir eliyle siper ederek yaktı. Derince bir nefes çekti, hemen vermedi. Usul usul ve acele etmeden bıraktı dumanlı nefesini, sonra küçük bir nefes daha. “Hiç sıkıştırmamalıydım” diye geçirdi aklından, “istemediğini söylediğinde ısrar etmeseydim patlamazdı. Şimdi çöz çözebilirsen”. Bir nefes daha… “Aptal herif! Bir sahip çıkamadın uçkuruna…” Son bir nefes daha çekti ve ayakkabısının topuğu ile söndürerek sıklaştırdı adımlarını. Işıklara gelince durdu. Birkaç dakikaya dayısına varacaktı, aklını biran evvel toparlaması gerekiyordu. “Ah be Neriman iş mi şimdi bu yaptığın...” diye homurdandı “Şunun şurasında kaç ay kaldı ki”…
Fazlasıyla
sessizdi gecenin başında, üsteleyince de patlamıştı. Hele o son halleri…
Delirmiş gibiydi. Bir yandan ağlıyor bir yandan İngilizce küfürler savuruyor,
sonra sakinleşip bir şeyler izah ediyor ve sonunda yeniden, sebepsizce
bağırmaya başlıyordu. Kendini evden dışarı attığında mutfak diye bir şey
kalmamıştı zaten. “Polis falan çağırmasa bari” dedi karşı kaldırama geçerken “kaç
ay kaldı şunun şurasında”. Yağmur yeniden bastırıyordu ki köşedeki ilk
apartmana saparak içeriye girdi. Aheste adımlarla inerek tıkladı bodrum katın
kapısını, gecikmeden açıldı kapı.
-“Enişte?”
dedi Nurhan uykulu gözlerle “hayırdır bu saatte?”
Geceliğiyle
süzdü küçük baldızını, iyiden büyümüş, serpilmişti bu kız. Erkek arkadaşı var
mıydı acaba?
-Yok ya,
rahatsız etmeyeyim ben şimdi. Dayım evde mi?
-Babam
mı? Ha, yok. Kahveye gitti.
-Halit ağabeylerinki değil mi? Tamam, ben bakarım
oraya, hadi iyi geceler.
-İyi
geceler…
İkişer
üçer çıktı merdivenlerden, kapıyı gererek hızlı adımlarla uzaklaştı
apartmandan. Bahçeyi geçip yola vardığında apartman kapısı yeni kapanmıştı.
Yüzüne yayılan hafif tebessümle örttü kapüşonunu, sağanağa dönen yağmurda
kahveye doğru ilerlemeye koyuldu. “Hay ben böyle ilkimin…” dedi, getirmedi
gerisini. Derin bir nefes aldı, sıkıntıyla verdi. Adımlarını sıklaştırarak
koşar adım girdi kahveye;
-Selamünaleyküm!
-Aleykümselâm…
Ceketini
çıkarırken teker teker süzdü masaları, iri cüssesini saran ormancı gömleği ile
dayısını fark etmesi zor olmadı. Köşedeki masada kâğıt oynuyordu, zaten her
Allah’ın günü bıkmadan usanmadan saatlerce bu oyunu oynuyordu ya neyse.
Belirsiz bir tebessümle dayısının yanına seyir etti. Masaya yanaşınca çay
söyleyerek dayısının yanındaki tabureye çöktü.
-“Ne
haber Vedat” dedi Kazım kâğıtları koyarken; “Sinek dört”
-İdare
ediyoruz işte dayı, sen nasılsın?
-Hayırdır,
bir şey mi oldu?
-İki
dakika dışarıda konuşalım mı?
Kazım
arkasına yaslanarak ilk kez baktı yeğenine, kaşının açılmış olduğunu da ancak o
zaman fark etti. Oyunu bir başkasına bırakarak kalktılar masadan. Buğulanmış
kahvehane kapısını aralayarak Tottenham Hale sokaklarına kavuştular. Yağmurlu
bir akşam havası okşadı terli yüzlerini, irkilerek gömlek cebindeki sigara
paketine uzandı Kazım. Sigarayı dudaklarına yerleştirip paketi yeğenine uzattı,
yakmadı sigarasını. Doğru zamanı kolluyordu.
-“Hayırdır
Vedat?” dedi paketi cebine koyarken.
İlkin
nereden başlayacağını, ne söyleyeceğini bilemedi Vedat. Sigarasından bir nefes
aldı. Dayısı son umudu ve tek dayanağıydı. “Dayı…” dedi “Biliyorsun şu koca
şehirde senden başka kimsem yok.” Durdu, derin bir nefes daha aldı
sigarasından. “Bu memlekette babam da sensin, dostum da…” yeniden duraksadı,
nasıl devam etmesi gerektiğini bilmiyordu. Heyecandan elleri titriyor, başı
eğik, dumandan yaşaran gözleriyle bir şeyler arıyordu. Dayısını safına çekecek
o sihirli kelimeleri... Yutkundu. Saniyeler ilerliyor ve Vedat giderek
geriliyordu. Sonunda dayanamayarak “Başka biri var dayı” dedi tek nefeste
“Neriman başka birine âşık olmuş.” Kazım düşüncelerinden sıyrılarak baştan
ayağa süzdü yeğenini;
-O da ne
demek şimdi?
-Bende
anlamadım ki dayı. Eve gittim, yemek yerken birden ‘ben âşık oldum Vedat’ dedi.
Sonra kavga dövüş. Polis falan gelmesin diye de çıktım işte evden, buraya
geldim.
Zamanıdır
diyerek yaktı sigarasını Kazım derince bir nefes çekti, usulca verdi burnundan.
Sonra bir derin nefes daha. Dayısından ses çıkmayınca endişelenerek yeniden
lafa girdi Vedat;
-Yanlış
anlama dayı, bir lafım yok birini sevmesine ama boşanmak istiyor. Şunun
şurasında dört ay kalmış vatandaşlık almaya, alayım sonra boşanacağız zaten ama
şimdi nasıl boşanayım? Daha anamı babamı getireceğim, getireceğim ama dört ay
gerek işte dayı. Hepi topu dört ay. Biliyorsun…
Vedat
medet uman gözlerle dayısına bakarken, Kazım gözlerini az ilerideki dört yola
dikmiş, istikrarlı bir surette susuyordu. Aklını masada bırakmıştı. Yerine apar
topar bıraktığı çocuğu tanımıyordu, “hiç etmese bari oyunu” dedi içinden. Nasıl
gidiyordu acaba? Çocuk gençti, toydu ama masadakiler de tanımıyordu onu. Renk
vermezse, birazcık da meseleden anlıyorsa oyunu kazanması işten bile değildi
aslında. Hafifçe çevirdi boğumlu boynunu. Göz ucuyla masayı yoklamak istiyordu
ki buğulanan cam müsaade etmedi. Sıkıntıyla Vedat’a çevirdi bakışlarını,
susacak gibi değildi bu çocuk. Bitmiş sigarasından bir nefes daha almaya
çabalarken, Vedat konuşmaya devam ediyordu;
-Hayır
yani dayı, benden yana bir sıkıntı yok da ne diyeceğiz hâkime? Ortaya çıkarsa
evliliğin fason olduğu, çekerler ipimizi. Onu da geçtim laf söz bitmez
mahallede, Kazım’ın kızı sünnetsiz kocaya kaçtı derler. Bu işin sonunda laf
size gelir dayı…
İyiden
iyiye sıkılmıştı ve yarım kalan oyununun akıbetini merak etmeden saniye dahi
geçiremiyordu. Vedat’ın ise susmaya niyeti yoktu. Ne kadar fazla konuşursa o
denli ikna edici olacağına inanıyor, garip bir kin ile konuştukça konuşuyordu.
Nihayetinde dayanamayarak yeğeninin lafını kesti Kazım;
-Vedat!
Az soluklan evladım. Tamam, anladım ben meseleyi. Yarın çekerim ben Neriman’ın
kulağını.
İçinde
beliren heyecan ve mutluluğa gem vurmaya çabalayarak;
-“Sahi
mi dayı?” dedi Vedat; “Konuşur musun?”
Kazım
konuşacağına ve meseleyi halledeceğine neredeyse yemin ederek Vedat’ı
inandırdığında dışarı çıkalı henüz on dakika olmuştu. Konunun kapandığına inandığında
iri gövdesinden şaşılacak bir atiklikle kapıya yönelerek kahveye girdi Kazım.
Selamsız ilerledi köşedeki masaya, yerine varıp da ufaklığın elinde yalnız iki
kâğıt kaldığını görünce neşesi yerine geldi. Demek boşuna endişelenmişti. Oyunu
devralıp masaya kurulduğunda Vedat da içeriye girmişti;
-Selamünaleyküm!
-Aleykümselâm…
Masaya
geldiğinde “Halit abi bana bir çayla bisküvi yollasana” diye seslendi çay
ocağına “içim kıyıldı ha gece gece”. Kazım önce elindeki kâğıtlara sonra
yeğenine göz gezdirip vurdu kâğıdı masaya;
-Bir
Karo Valesi de benden!
*Ah dergi 2. Sayı, 2017
Yorumlar
Yorum Gönder